Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
12 Haziran 2011 geldi, geçti. Seçim gürültüsü bitti. Seçilmeye başaranlara yeni görevleri hayırlı olsun. Seçim havasıyla kızakta kayar gibi bir yandan diğerine savrulanlar başta olmak üzere sonunda olağan yaşantımıza geri döneceğiz. Gene sorunlarımız ve çözüm çabalarımız öne çıkacak. Siyasetçiler kendi makam ve ikbal beklentileri içine düşerken, sıradan vatandaşlar günlük yaşam gayretleri içinde olacak.
Sorunlar
Sorun, yaşamın tuzu ve biberi gibidir. Yaşamın insanca bir lezzeti olmasında hiç kuşkusuz sorunların da yeri var. Sorunlar olmasa, belki de mutlu anlarımızın keyfine varmak da mümkün olmaz. Çoğu zaman ana nokta, sorunun kendisinde değil; bizim ona bakış açımızdadır. Bunu bardağın dolu veya boş kısmına dikkat etmeye benzetebiliriz.
Bazı insanlar, kendilerini talihsiz bulurlar. Sorunların yağmur gibi üzerlerine yağdığından şikâyet ederler. Hepimizin sıkıntıları olabileceğini, ama bunları algılama, yönetme ve çözme yöntemlerimizin farklı olduğunu kavramak istemezler. Hatta pek çok kişide sorunlardan şikâyet etmek, bir haz duygusu haline gelmiştir. Sorunlarını anlatıp dertlenerek mutlu olduklarını bile söyleyebiliriz.
Sorunlarından şikâyetçi olan tanıdıklarıma şöyle diyorum: “Ya sorununu anlayıp çözmek için gayret et, ya da bu nedenle sızlanmayı bırak!” Biliyorum ki; sorunu çözmeyi denemek yerine ondan sürekli şikayet edip abartmak, sadece negatif yönlü bir sinerji üretilmesine yarar. Bir süre sonra sorun, kişinin gözünde öylesine büyür ki, o noktadan sonra çözmek veya yönetmek için yeterli gücü kendisinde bulamaz.
İnsanın sorunlarıyla baş edebilmesi için öncelikle sorun kavramı üzerinde bilgi sahibi olmasında yarar var. Sorun, ilk bakışta can sıkıcı bir durum olarak gözükür. Gerçekte bir sorun, bir durumdan tercih ettiğimiz bir başka duruma geçerken önümüze çıkan engeller veya zorluklar olarak tanımlanabilir.
Sorun karşımıza iki farklı biçimde çıkar. Birincisi; mevcut durumun istediğimiz gibi olmamasıdır. Örneğin yeterli miktarda maddî kaynağa sahip olmamak böyle bir sorundur. Umulan bir şeyin gerçekleşmemesi ya da istenmeyen bir durumun oluşmaması yine bu gruba girer. Sahip olduğumuz bir değerli unsuru kaybetmeyi de bu grupta sayabiliriz. İşimizi yitirmeyi veya sağlığımızın kötüleşmesini bu duruma örnekler olarak verebiliriz.
İkinci sorun türü, daha iyi olabileceği halde olamayan konulardan kaynaklanır. İstenen hedefe ulaşamamak veya ulaşmak için yeni yolların denenmesi gereken durumlar, bu sorun grubunda yer alır. Üniversiteye girebilmek için çok sıkı çalışma ihtiyacını da bu grupta örnekleyebiliriz.
Bir sorunu çözmek için önce onu fark etmek gerekir. Dolayısıyla sorunun çözümünde mevcut durumun iyi tanımlanması, olması gereken durumun doğru tespit edilmesi ve hedefin netleştirilmesi önemlidir. Genel olarak sorunu doğru çözümlemekte sıkıntılarımız olur. İkincil seviyedeki sorunları, kaynak sorun ile karıştırırız. Ana sorunu çözerek hedefe kolayca uğraşmak yerine, ana sorunun yarattığı ikincil sorunlara takılıp kalırız. Önemli bir özdeyiş şöyle der: “Nereye gideceğinizi bilmiyorsanız, bütün yollar oraya gider.” Sorunun ne olduğundan emin değilseniz, gereksiz veya yanlış adımlar atarak yeni sorunlar üretmeniz şiddetle muhtemeldir.
Sorunun analiz edilmesi sürecini muhtemel çözümlerin neler olabileceği konusunda yapılacak düşünce süreci izlemelidir. Sorunun çözüm yolu, bir sır olmamalı; öngörülen çözümler arasından birisi olarak gerçekleşmelidir. Bu nedenle akılcı bir kişi veya kuruluş, çözümün sonunda elde edilecek sonuç konusunda daha baştan bilgilidir.
Bir çözümün doğrulanması gerekir. Bir başka deyişle; elde edilen çözümün, üzerinde uğraşılan sorunun çözümü olduğu doğrulanmak zorundadır. Bu nedenle çözümü doğrulayacak göstergelerin de izlenmesi ve uygunsa ölçülmesi gerekir. Sorun çözme süreci, sorunun ortadan kalkması ile bitmez. Tekrarının oluşmaması için çözüm sonrası oluşan durumun izlenmesi önemlidir.
Düşük kültür toplumları, genelde sorunlar karşısında kafalarını kuma gömmeyi tercih ederler. Bir toplumun problem çözme performansı ise onun gelişkinliği konusunda önemli ipuçları verir.
Dersler
İnsanın en basit ve temel öğrenme yolu karşılaştırmalardır. Bu nedenle siyahı beyazı, ışığı ve gölgeyi karşılaştırarak, ama ikisini birden öğrenir. Siyahı ve beyazı grilerle karşılaştırmaya başladığında ise hem öğrenme süreci hem de genel anlamda insanın kendisi yaşam deneyimi açısından zenginleşir.
İş yaşamında karşılaştırmalar yapmamıza yardımcı olan unsurlardan birisi de kişilerin ve kuruluşların başarı öyküleridir. Bir başarının nasıl elde edildiği, gelecekte karşılaşılan durumlar için yeni davranış modelleri yaratılmasında yol göstericidir. Benzer biçimde; başarısızlık öykülerinden de gerekli dersler çıkarılır.
İşletme yönetimi, artık bir bilim haline dönüştü. Eskiden bir disiplin gibi söz ettiğimiz bu dalın, bir bilim olduğundan artık kuşkumuz kalmadı. Bu dalda, en az fizik – kimya – biyoloji gibi deneysel dallarda olduğu kadar yayın, buluş ve yenilik üretiliyor. İşletme yönetiminin kendi yolunu bulduğu ve yeni açılımlar yaptığı alanlarda en büyük yardımcısı ise başarı ve başarısızlık öyküleri olmakta. Bu nedenle bu tür öyküleri okumaya, incelemeye ve gerekli dersleri çıkarmaya özel bir önem vermek gerekli.
Yalnız kişilerin veya kuruluşların öykülerini okurken, durumu edebî bir hikâye veya roman okuma şekline de dönüştürmemek lazım. Bir başarı öyküsü, bir bilimsel esere göre daha az yoğun yazılmasına rağmen dikkat vererek okumayı gerektirir. Bu nedenle aşağıda sıralayacağım bazı önerileri göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim. Öncelikle; bir başarı veya başarısızlık öyküsünü okurken, söz konusu kişi veya kuruluşun içinde bulunduğu Dünya, ülke, bölge ve yakın çevre koşullarının farkında olmak gerekir. Hiçbir hikâye, içinde yer aldığı süper sistemden bağımsız olarak algılanmaya çalışılmamalıdır.
İzlediğim filmin her anında sesli veya sessiz tahminler ve yorumlar yapmayı severim. Eğer sesli düşünüyorsam; bu da, yanımdakiler için filmi sevimsiz hale getirir. Bu nedenle tahmin yapmamı zorlaştıran yüksek tempolu filmleri izlemeyi daha çok seviyorum. Film izleme konusunda böyle bir alışkanlığım olmasına rağmen, bir başarı öyküsünü okurken size tahmin yapmayı öneririm. Okuduğunuz her olayın sonrasında yöneticilerin veya iş sahiplerinin nasıl davranmaları gerektiği konusunda yapacağınız tahminler, hikâyenin ilerleyen bölümlerinde sizin düşüncenizle gerçek olay arasında karşılaştırmalar yapmanıza imkân verir. Sizin, kendinizi sınamanız açısından bir tür gösterge olur.
Gerek okuma öncesinde gerekse öykünün ilerleyen aşamalarında hikâye sahibinin güçlü ve zayıf yanları ile çevresinde yer almış fırsat ve tehditlerin neler olduğunu bulup not almaya çalışmak yararlıdır. Bu bulgular arasında stratejik olanların farkına varmak, kendi çevrenizi doğru algılamak açısından bir antrenman özelliği taşır.
Okuduğunuz başarı öyküsü, tümüyle sizin iş alanınızdan farklı olabilir. Bu durum, sizin öyküden dersler çıkaramayacağınız anlamına gelmez. Şunu da unutmayın ki; iş dünyası giderek karmaşıklaşıyor. Artık birbirinden soyutlanmış iş alanları çok fazla değil. Bugün eğlence diye okuduğunuz bir konu, kısa bir süre sonra ciddi iş alanınız olabiliyor.
Bir başarı öyküsünü takdir edebilirsiniz. Ama okumaya daha başında bir ‘hayran’ olarak başlamayın. Böyle bir bakış açısı, at gözlüğü görevi yapar. Bir miyopi yaratır. Sezar’ın hakkını Sezar’a verseniz de; eleştirel ve tartışmacı bakış açınızı kaybetmemelisiniz. Benzer biçimde başarısızlık öykülerini de bir kınama veya küçük görme vesilesi yaparak okuma anlayışı içinde olmamalısınız. Unutmayın ki; iyisiyle kötüsüyle yaşamın kendisi, daima bizim için derslerle doludur.