Sevgi Üzerine Düşünürken
Gürcan Banger
Yaşamımızı sürdürebilmek için bazı temel ihtiyaçlarımız var - yemek, içmek veya uyumak gibi… İşin içine sevmek ve sevilmek girince; insan olmanın çok yönlülüğünü anlamaya başlıyoruz. Sevgi öğrenimi çocuklukta başlıyor. Yaşamın ilk yıllarında sevginin odağında anne ve baba bulunuyor. Sosyal yaşamın çeşitlenmesi ile birlikte sevgi de anne ve babanın dışına açılarak yeni biçimler kazanıyor. Başka insanları sevmek ve başkaları tarafından sevilmek, anne-baba sevgisi yakınlığından oluşan dar planın aşılması ile elde ediliyor. Yaşamın ilk adımlarında aile içinde sevgiyi bulamayanlar için dış dünyada bu talebi karşılamaya çalışma sıkıntısını da hatırlatmak gerekir.
Ümitsizlik, içine bir çığlığın emanet bırakıldığı derin bir kuyudur. Bu çığlık, “Sevgiye ihtiyacım var” mesajını taşısa da; kuyunun karanlığı, diğer insanları uzaklaştıran bir özelliğe sahiptir. “Sevilmeyi istemekte ne var?” diyebilirsiniz. Herkes sevilmeyi ister. Ama sevgi sadece bir kuyuya bırakılabilecek bir çığlık değildir. Sevgi, herkesin kendi adımını attığı bir karşılıklı yürüyüştür. Kendi adımını atmak ise bir kuyuya çığlık emanet etmekten daha fazla bir ‘şeydir’.
Sevgi, bir yaşam biçimidir. Bu nedenle yaşamın zorlukları ve engelleri sevgi içeren bir yaşamda da vardır. Kimi zaman bu zorlukların aşılması zaman ve emek ister. Sevgi ihtiyacını hissetmek, bu uzun zorlu yolun sadece ilk adımıdır. Temel ihtiyaçlarımız var. Bunları tatmin etmeden yaşanmıyor. Ama sevgisiz bir yaşam da insani bir yaşam olmuyor. İnsan olmanın keyfi, sevmekte ve sevilmekte…
Bir sevgi ilişkisinde en tehlikeli davranış modeli, kişinin sadece kendisini görme (kendisine kilitlenmiş olma) alışkanlığıdır. Buna bir anlamda bireyin kendisine takılıp kalması diyebiliriz. Böyle bir durumda kişi, o denli kendine dönüktür ki; bir ilişkinin ‘iki kişilik’ bir olgu olduğunu gözden kaçırır. Eğer birey, ilişkisini kendine dönük biçimde sadece kendi mantık mekanizmalarıyla yürütmeye çalışıyorsa, muhtemelen bir duygusal ilişkinin keyifli özünü kaçırıyor olabilir.
Sevgi gibi bir duygusal ilişkinin, kendi başınıza yapabileceklerinizden en önemli farkı, iki kişilik olmasıdır. Çünkü insan, sonsuza kadar kendi sırları ve karanlık yanları ile yalnız kalamaz. Kimi zaman bunları boşaltıp ruhunu dinlendirmeye geçebileceği bir iklime ihtiyaç duyar. Bu iklimi sağlık ve güvenle oluşturan faktörlerin başında bir duygusal arkadaş gelir. Duygusal arkadaşınız, muhtemelen sizin sırlarınızın ve karanlık yanlarınızın, belki de kusurlarınızın en azından bir bölümünü bilen ama sizi hâlâ sevmeye devam eden kişidir.
Küçük çocukların duygularını, özellikle sevgilerini ne kadar kolay gösterebildiklerine dikkat ettiniz mi? Çünkü onlar kişisel ifade konusunda büyükler gibi kendilerini denetleme ihtiyacı hissetmiyorlar. Bir de; kendilerini ayıplı veya özürlü görmek gibi bir sorunları yok. Bazı yanlarının karanlık kalması çabasında değiller. Henüz korkular, endişeler ve alışkanlıklar, onları olduklarından daha farklı davranmaya yönlendirmiş değil. Yaşama, sevgileri açısından doğrudan ve daha güvenle yaklaşıyorlar. Bir duygusal ilişki için çocuklar doğru bir model ortaya koyuyorlar.
Bir duygusal ilişkide başarı diyebileceğimiz mutluluğu, kendimizi saklayarak veya saklanarak yakalamamız mümkün değil. Güven konusunda ‘başabaş noktasını’ yakaladıktan sonra sevgiyi büyütmek, geliştirmek için çaba harcamak lazım. Ama bunu yaparken aşkı bir bilimsel araştırmaya ya da güvenlik soruşturmasına da dönüştürmemeli. Bir karar verin ve kararınızı verdikten sonra inceleyip didiklemek yerine duygusal ilişkinizin keyifli yönünü yaşamaya çalışın.
Yaşamın zorlukları olduğunu biliyoruz. Geçime ilişkin sorunlarımız olabiliyor. Sağlık sorunlarımızın ayak bağı olduğu zamanlar yaşıyoruz. Toplumun bizi zorladığı rollerimiz var. Sosyal yaşamdaki statülerimiz nedeniyle bazı kalıplar içinde davranmak zorunda kalıyoruz. Ama bu kadar sıkıştırılmış ve daraltılmış bir yaşamda soluk alabilmemiz ve yaşamın devamlılığını sağlamamız için olumlu enerji ile donanmamız da gerekiyor. Biraz dikkat ettiğimizde görüyoruz ki; toplumun bize dayattığı rolleri abartmanın fazla da açıklanabilir bir yönü yok. Her an bize dayatılan statü ve rollerle yaşamak mümkün değil. Eğer tümüyle tanımlanmış bir ‘robot’ olmayı istemiyorsak, işte; o zaman bir duygusal ilişkinin ihtiyaç duyduğu uygun rollerle yer ve zamanı yaratmamız gerekiyor. Zamanın ömrü bizimkinden uzun… Biz ise her geçen saniyede bize ait olan tek şeyden, yani yaşamımızdan bir şeyler kaybediyoruz. Bugün yaşamadığımız duygusallığı, yarın yaşamak için yeterli zamanımız olmayabilir.