Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Kısa süreli aralıklarla yeni siyasal partiler kuruluyor. Bazıları medyanın da reyting yapma hevesiyle gündemde yer bulur ve heyecan yaratırken, bazıları sessizce siyaset alanlarından çekilip kayboluyor. Kimileri ise seçim dönemleri yaklaştığında 1-2 milletvekilliği uğruna büyükçe partilerin bünyesine katılıyor. Hangi partinin başlangıçta yarattığı medyatik rüzgârı başarıya dönüştüreceğini kestirmek kolay değil. Aslına bakarsanız; yeniler de dahil olmak üzere farklılığa ve çeşitliliğe sahip vizyon, stratejiler, politikalar ve uygulama planları ile gelen parti sayısı da neredeyse sıfır dolayında…
Güncel siyasetle ilgilendiğim heyecanlı günlerde bir fikre kapılmıştım. Halka objektif doğruları ve gerçekleri anlattığımız zaman bunun sübjektif değişim talebine dönüşeceğini düşünürdüm. Böylece toplumun gerçek anlamda bir sağduyusu olduğunu varsaydığımdan; ona, yalın gerçekleri anlatmanın iktidara ulaşmak için yeterli olduğuna inanmıştım. O zamanlar biz halka gerçekleri anlatacaktık, o da değişimi gerçekleştirmek için bize gerekli demokratik iktidar gücünü verecekti oylarıyla. Fazlaca sorgulamadan aklımda olan buydu.
Değişim
Geçtiğimiz 2000’li yılların birinde bir entelektüel ve siyasal gruba siyasal kalite konusunda bir konferans vermek üzere davet almıştım. İstanbul’da ünlü bir otelin toplantı salonunda gerçekten bu nitelikli grupla hoş bir toplantı oldu. Konuşmamın sonunda soru-cevap bölümünde (hatırladığım kadarıyla) bir sanatçı, seçimlerde başarılı olmak için siyasal kalite ve değişim fikrini nasıl kullanmak gerektiğini sordu. Ben de cevaben siyasal kalite ve değişim söyleminin seçim malzemesi olmaya uygun olmadığını ima ederek “Seçimleri kaybetmeyi garanti altına almak istiyorsanız, bu kavramları seçim söylemi ve sloganı olarak kullanın. Bunlar karşılığında (kaliteli değişimi öne sürdüğünüz için) oy alamayacağınızı göreceksiniz” dedim. Kalite ve değişim gibi soyut kavramların seçim ortamlarında maddi olarak oy desteğine dönüşmediğini düşünüyorum. Sosyal ve psikolojik nedenleri var. Değişim öngörülerini iletmenin başkaca yolları olmalı.
Yaşadığımız ortamda geleneksel siyasetin kendisi de değişimden hoşlanmıyor. Çünkü mevcut şartlarda mevcut düzeni sürdürmek çok daha kolay… Genel başkan ve adamlarının mutlak hâkim olduğu bir siyaset ortamı, çirkin politikacının da işine geliyor. Diğer yandan yönetime erkine veya vekilliğe yürümek, genel başkana veya çevresindeki halkaya yalakalık yaparak icazet beklemek haline dönüşüyor.
Kıssadan hisse
Sanki şu anekdot, bence içinde yaşadığımız durumu doğru ifade eder: Adamın biri, gezmek amacıyla hayvanat bahçesine gider. Aslanların kafesinin önünden geçerken bir aslanın salya sümük ağlamakta olduğunu görür. Biraz merak, biraz da üzüntü ile aslanların bakıcısını bulur ve sorar: “Bu aslan neden ağlıyor?” Bakıcı, bir şey biliyor olmanın verdiği mağrur tavır ile cevaplar: “Oturduğu yerde bir çivi var. O batıyor. Bu nedenle ağlıyor.” Adamın merakı artar: “Peki; neden yerini değiştirmiyor?” Bakıcı yine aynı ifade ile cevaplar: “Çivi yeterince batmıyor da ondan.” Kıssadan hisse diyelim.
Bence çivi acı vermeye devam ettiği halde aslanın yerini değiştirmemesi ilginç bir benzetme. Artık ağzı olanın marifetmiş gibi söylediği Aziz Nesin’in yüzde 60 üzerine olan ünlü sözünü bir yana bırakırsak; toplumun değişime direniyor gibi görünmesi üzerinde düşünmemizi gerektiren bir konu…
Gerçekten çivinin acısını duymuyor muyuz? Eğer ayağınız ağrıyorsa, diğer yandan dişiniz de zonkluyorsa diş ağrınız yüzünden ayak ağrınızı hissetmeyebilirsiniz. Bir anlamda diş ağrısı daha baskın çıkıp şikâyet önceliği alıyor. Sosyal yaşamımızda bir anlamda ağrı önceliklendirilmesine benziyor. İşsizlik ve geçim sıkıntısı gibi öyle zonklayan sorunlarımız var ki; siyasetin acıtan sorunlarıyla mücadele etmek aklımıza bile gelmiyor. Keza; değişim talebi de bu acılar kamaşası içinde kaybolup gidiyor.
Değişimi talebi
Değişim talebi, gelecek ümidi ile çok yakından ilgilidir. Gelecek ümidi olmayan kişiler değişimden korkarlar. Özellikle gençler arasında yapılan kamuoyu anketlerinde bu tespit doğrulanmaktadır. Gerçekten insanlar, belirsiz olan gelecekte ellerinde olanı da kaybetmekten ürkerler. Bu ruh hali, insanları hareketsizliğe, eylemsizliğe yöneltir.
Bu ülkede yaşayan insanlar açısından bakarsak; değişimi talep etmemekte bir anlamda haklıdır insanlar. Doğruya doğru. Gündemin ıvır zıvırla canlı tutulmaya çalışıldığı bir ülkede ve sıradan olaylarla ekonominin alt üst olduğu bir sistemde geleceğe ve değişime güvenmek mümkün müdür? İstikrarsızlık korkusu, deprem beklentisi gibi ruh halimizi bozuyor. Sosyal ve bireysel yaşam adına her şeyin devlet tarafından belirlendiği bir ülkede devlet zedelendiği, darbe aldığı zaman insanların ona olan güvenleri de sarsılıyor. Bu güven bunalımı daha sonra adalet, sağlık, eğitim, güvenlik gibi olan kurumlara olan güvensizlik ile devam ediyor. Güvensizlik olarak kalmıyor; herkes kendince (kendine bireysel ve grup çıkarlarına uygun) çözümler bulmaya başlayınca ortalık bir karmaşaya, cadı kazanına dönüşüyor.