Tahammüle Dair
Gürcan Banger
İnsan, dünyayı karşılaştırarak öğrenir. Siyahı beyazdan, beyazı siyahtan ötürü bilir. Işığı gölgeden, gölgeyi ışıktan ayırır. Doluyu ve boşu birlikte öğrenir. Övgü ve eleştiri de böyledir. Sözün kısası; karşılaştırarak öğrenme, insanın doğasında olan bir kavrama yaklaşımıdır. Kişinin zihinsel ve duygusal birikimi zenginleştikçe, siyah ve beyazın yanına grileri ekleyerek yaşamsal duruşunu insana yakışır hale getirir.
Bir kurumun ilerleyişi de insanın gelişimi gibidir. O kurumdaki başarısız işlerden (örneğin siyahlardan) ders alınır, başarılı bulunanlar (örneğin beyazlar) çoğaltılmaya çalışılır. Dolayısıyla bir kurumun sağlıklı yürüyüşünde olumluların olduğu kadar (gerekli dersler alındığı takdirde) başarılı olmayanların da dolaylı katkıları vardır.
Tabii ki, kurumsal başarıyı daha üst düzeylere taşıyabilmek için kurum içinde neler olup bittiğinin farkında olmak gerekir. Eğer söz konusu kurum bir rekabet ortamında yer alıyorsa, kurumun durumunu rakiplere göre karşılaştırmalı olarak görebilmek şarttır. Bu nedenle söz konusu kurumsal yapı içerisinde neler olup bittiğini ‘cesaretle’ takip edebilmek gerekir. Bir kurum yöneticisinin yapabileceği en ciddi hatalardan birisi, kendi örgütü içinde olanları ‘görmezden gelmeye’ çalışmaktır.
Doğrusu, bir kurumun kendi başarı, (hele ki) başarısızlık ve zafiyetini görebilmesi pek kolay değildir. Bu nedenle pek çok büyük işletme, örgüt içinde işlerin nasıl gittiğini denetlemek üzere dışarıdan (denetim kuruluşlarından) destek alır. Özetle; kendini görebilmek, ciddi bir konudur.
Demokratik ortamlarda kamu kurumlarının siyahları ve beyazları ile ‘kendini toplumsal aynada görebilmesi’ fonksiyonunu yerine getiren unsurlardan birincisi basındır. Yazılı ve görsel basının görevlerinden birisi, doğru yapılanları birer başarı öyküsü olarak duyurmak olduğu kadar eksik ve hatalı yapılanları da iyileştirilmek üzere halkın ve yöneticilerin gözleri önüne getirmektir.
Basın organları ile bu iletişim ortamında yer alan yazar ve muhabirler, kurumları halk önünde tartışmaya açarken (başta kamu kaynakları tarafından sağlanmış) objektif (en azından objektif olduğu düşünülen) verileri kullanmaya çalışırlar. Tabii ki, bu verilerde bir eksiklik veya yanlışlık varsa bu durum, öncelikle o bilgileri üreten sistemin kendisine aittir. Bir kamu kurumu, “Benim verilerimle beni eleştiriyorlar ama benim verilerim doğru değil ki…” diyebilir mi… Eğer bir kurumun yöneticisi, eleştiriye tahammüllü değilse ne yazık ki, der.
Başta kamu olmak üzere bir kurumun yöneticisi olmak, öncelikle övgüler karşısında ağırbaşlı, eleştiriler karşısında tahammüllü olmayı gerektirir. Eğer eleştiri kapsamında eksik veya hatalı bulunan bir nokta varsa, bunu gerekli bilgi ve belgeleri ileterek düzeltmek çağdaş demokratik toplumlara has bir özelliktir.
Yöneticiler basının, kendileri ve kurumları hakkında sürekli olumlu haber ve yorumlar yazmalarını isterler. Bu yöneticiliğin doğasında vardır. Ama yolunda gitmeyen işlerin eleştirilmesi de yönetimin veya kurumun karalanması anlamına gelmez. Eleştiri alanlarında yöneticilerin de tahamüllü olmayı bilmeleri gerekir. İskoç gazeteci Samuel Smiles’ın dediği gibi; “Tahammülde bir erdem vardır ki, çoğu zaman başarının zaferinden daha büyüktür”.
Son olarak; yerel gazetelerde uzunca bir süre için düzenli yazarak basına yakın olmanın bana öğrettiği iki gerçek var. Birincisi; basın, daima yazdığından daha fazlasını biliyor. İkincisi; basın (tümü değilse bile aklı başında bir bölümü), sabırlı ve tahammüllü olma açısından pek çok yöneticiden (özellikle kamu yöneticisinden) çok daha başarılı.