Gürcan Banger
BİR: Yalnızlık bir yol kavşağı ise burada tercih edebileceğimiz iki yön olabilir. Birincisi; etrafımıza duvar örerek yalnızlığımızı mutlaklaştırabiliriz. Bu durumda; gerçekten bir süre sonra yalnızlık, bir yaşam tarzı haline gelir. Bazı insanlar yalnızlığın hüznü ile yaşamaktan mutlu bile olabilirler. Çevrenize dikkatle baktığınızda, yaşam tarzı olarak yalnızlığı seçmiş insanlar görebilirsiniz. Yalnızlık kavşağından ayrılan ikinci yol ise, yaşamla köprüler kurmaya çalışan seçenektir. Etrafımıza yalnızlığı mutlaklaştıracak dört duvar örmek yerine, yaşamla aranızda yeni köprüler oluşturabiliriz. Ama bu seçenekte kararlılık esastır. Ayrıca emek vermemiz de gerekir.
İKİ: Yaşamda siyah ve beyaz, ışık ve karanlık, olumlu ve olumsuz, sevinç ve keder daima birlikte vardır. Siyah olmazsa beyaz da olmaz. Çünkü siyahı beyazla karşılaştırarak, ışığı karanlıkla dengeleyerek tanır ve kavrarız. Bu noktada ünlü düşünür Foucault’nun bir sözünü hatırlıyorum. Şöyle diyor: “Eğer bir kişi yalnız olmayı beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da beceremez.”
ÜÇ: Pek çok insan çocukluğundan başlayarak bir yalnızlık ortamında büyür. Çevresinde insanlar olabilir ama zihnen ve ruhen yalnızdır. Zamanla bu durum, bir ‘yalnız yaşam’ modeli yaratır. Kişi, kararlarını kendi başına alır; ‘kafasına göre’ bir yaşam biçimi geliştirir; yalnız kendi sorumluluğunu hissetmeye başlar. Hâlbuki arkadaşlık, duygusal ilişki veya evlilik en az iki kişilik bir yaşam biçimidir. Böyle bir ilişkide herkes kendi alışkanlıkları ile yaşamaya devam edemez.
DÖRT: Zincir, en zayıf halkası kadar sağlamdır. Bu nedenle bir birlikteliğin –bir ilişkinin– sağlamlığı ve ömrü, onu oluşturan bireylerin nitelikleri ile yakından ilgilidir. Her birey, bir ilişki için gerekli donanıma ve yetkinliklere sahip olduğunda, bunlar üzerinde çalışıp geliştirdiğinde ilişkinin gücü de artacaktır. Yalnız bir kişinin taşıdığı bir ilişki, eninde sonunda zayıf olduğu noktadan kopacaktır.
BEŞ: Yalnızlıktan şikâyet ediyorsanız, öncelikle bir ‘yalnızlık sever’ olup olmadığınızı iyice anlamanız gerekir. Bazı insanlar kendileriyle olan iç konuşmalarını öyle bir noktaya getirirler ki, dertleşmek ve sorunları paylaşmak için bile bir yaşam arkadaşına ihtiyaç duymazlar. Böyle bir ‘ihtiyaç hissetmeme’ durumunda bir arkadaşınızın olup olmaması fazla önemli değildir. Siz yalnızlığı sevmektesinizdir ve bu nedenle şikâyet hakkınız da bulunmaz.
ALTI: Yalnızlığı bağımsızlık sananlar var. Bu yanılsama, bir gerçek olabildiği gibi bir derin duygusal yalnızlık gerçeğinin kamufle edilmesi de olabilir. Doğru bir hukuk üzerine oturtulmuş birlikteliklerin bağımsızlığı engelleyeceğini söylemek haksızlık olur.
YEDİ: Denize ulaşmak için çakıllara basmak gerekir ve bunların bazıları çıplak ayaklarımızı acıtabilir. Gülün dikenini güzel kokusundan ayırt edebilir miyiz? Aynen siyah ve beyaz gibi… Acı ve tatlı, yaşamın güzelliğini birlikte yaratıyorlar. Yalnız birisi olsaydı, onun varlığının farkına bile varmazdık.
SEKİZ: Ah; şu işkolikler yok mu? O kadar çok işleri vardır ki, ancak ‘teneffüslerde’ yalnızlıktan şikâyet etmeye zamanları kalır. Bana kalırsa; işkoliklerin yalnızlıktan şikâyetlerinin altındaki temel neden, zamanı ve kaynakları planlamadaki beceriksizlikleri olsa gerek. Her zaman arkadaşlığa, dostluğa, sevgiye ve aşka zaman vardır. Önemli olan onu ciddiye alıp emek verebilmektir.
DOKUZ: Uyumlu bir ilişki, bir birey için öncelikle tükenmez enerji kaynağıdır. Sağlıklı bir ilişkinin ruhunuzda yapacağı iyileştirmeler, iş alanlarında da daha başarılı olmanızı sağlayacaktır. Bir ilişki için zamanınız ve enerjiniz olmadığından şikâyet etmeyin! Bu şikâyetle duygusal açıdan olduğu kadar iş açısından da başarılı ve mutlu bir geleceği kaçırıyor olabilirsiniz.
ON: Yalnızlık ışıkla gölgenin birlikteliği gibidir. Yalnızlık sizi sardığında; eğer onu aşmayı istemezseniz (ya da aşma ihtimaliniz yoksa) bir süre sonra kendisiyle yetinen uzun soluklu bir yaşam biçimi haline dönüşür. Böyle bir durumda birliktelikler imkânsızla, tek başınalık ise günlük yaşam alışkanlığı ile eş anlama gelir. Yalnızlık, öteki olmanın kültürüdür.
ONBİR: Oyuncu Robert De Niro’nun canlandırdığı Travis Bickle karakteri, sinema tarihinin önemli filmlerinden 1976 yapımı “Taksi Şoförü (Taxi Driver)”nde şöyle diyordu: “Yalnızlık benim tüm yaşamım boyunca takip etti. Her yerde. Barlarda, arabalarda, kaldırımlarda, mağazalarda… Her yerde. Kaçış yok. Ben Tanrı’nın yalnız adamıyım.”
ONİKİ: Dinlemeyi ve duymayı başarırsanız; evrende her varlığın sesi olduğunu fark edebilirsiniz. Çiçeklerin büyümesinin, hayvanların yiyecek arayışının, kayaların kumlara dönüşünün, denizde yosunların dalgalarla sallanışının kendi sesleri var. Mutluluğun ve hüznün de sesi var. Yalnızlığın sesini duymayı başarırsanız yaşam çevrenizde ne kadar çok yalnız insan olduğuna şaşıracaksınız. Bir yalnızlar senfonisi oluşturacak kadar zengin ve çeşitli… Hele yalnızlığın sesinin kalabalıklar içinden süzülüp geliyor olması daha şaşırtıcıdır. Kalabalıklar içinde yalnız olmak…
ONÜÇ: Dünyayı, yaşam çevremizi, kendimizi ve başkalarını karşılaştırmalar öğreniyoruz. Müzik notaların toplamı değil; seslerin ve sessizliğin birbirine göre farklılığıdır. Farklar olmasa yaşamın algılanması da olmaz. Siyah ve beyaz, ışık ve karanlık, olumlu ve olumsuz, sevinç ve keder daima birlikte var. Işık olmazsa gölge de olmaz çünkü ışığı karanlıkla dengeleyerek tanır ve kavrarız. Tatlı ve acı, mutluluk ve keder, gerginlik ve rahatlama tümü bir bütünü kavramada göstergeler bizim için. Yalnızlığımızın kalitesi, gelecekteki muhtemel birlikteliğimizin kalite göstergesidir.
ONDÖRT: Yalnızlık, paylaşılabilir bir duygu değildir; paylaşılabilse adı yalnızlık olmaz. İçe dönüp baktığımızda; yalnız olmaktan utandığımız, başkalarına ifade etmeye cesaret edemediğimiz dönemler bile olur. Ancak yaşam deneyimimiz arttıkça, yalnızlığın pek çok insanın ortak özelliği olduğunu hayretle fark ederiz. Değişik mekânlarda bir kalabalık olarak bulunduğumuz halde, topluluğumuzun gerçekte tek tek yalnızların toplamı olduğunu kavrarız. Yalnızlık, kader midir? Yalnızlık, kırılmaz ve değiştirilmez bir alın yazısı mıdır? Yalnızlığımızdan kurtulmak için pek çok konuyla ilgilenmemize rağmen, günün herhangi bir anında yalnızlığı duyumsamamız kaçınılmaz bir durum mudur?
ONBEŞ: Bir an gelir; yaşamımızın ve çevremizin riskler, tehditler ve tehlikelerle dolu olduğunu fark ederiz. Belki de günün hay huyu içinde geçmişte bunları fark etmemiş olabiliriz. Ama güven içinde olmak duygusu ağır basar. Korunmak için etrafımıza dört duvar, bir çatı çevirme fikri cazip gelmeye başlar. Işıksızlığı, karanlığı hissetmeye başlamamız için üstümüzü kapatan çatının tamamlanması ile başlar. Karanlığı fark etmemize ise yalnızlık duygusu eşlik eder. Yalnızlık duygusuyla bu kez tekrar ışığı aramaya başlarız. Duvarda ışığı içeri getirecek küçük bir delik mi açmalıyız şimdi? Işıkla birlikte riskler, tehditler ve tehlikeler geri gelir mi acaba? Duvarda ışık için bir delik açtığımızda anlıyoruz ki, gelen ışıkla birlikte gölge de geliyor. O zaman kavrıyoruz; ışık aydınlanma ile beraber gölgeyi de yaratıyor. Bir başka deyişle gölgeyi ‘iade etmek’ için ışığı da vermek gerekiyor.
ONALTI: Pek çoğumuzun yalnızlığı hayli kalabalık…