Yaşam, Kent ve Edebiyat Üzerine Kolaj
Yaşam, ‘teklifsiz’ bir okuldur. Biz istemesek bile her adımda bize öğütler verir, bilgiler edinmemizi sağlar ve bunlarla yeni davranış biçimleri geliştirmemize yol açar. Yaşamdan iyi ya da olumsuz dersler alabiliriz. Diğer yandan öğrendiklerimizin her zaman başarıya yol verdiğini de söyleyemeyiz. Yaşamdan aldığımız her ders, bardağı dolduran bir damla gibidir. Deneyimimiz ve birikimimiz arttıkça, kendimizi yaşam karşısında daha donanımlı hissederiz. Ama bu yetmez.
Yaşamdan edindiklerimizden bazıları, bir tamir çantasında bulunan aletler gibidir. Örneğin bilgisayar kullanma, ütü yapma ya da yemek hazırlama becerisi kazanma, sözünü ettiğim çantadan bir aleti kullanmayı öğrenmeye benzer. Ama yaşamın bize kazandırdıkları arasında öyle yetkinlikler var ki; bunlar, yaşamımızın tamamını etkileme gücüne sahip. Örneğin saygı, hoşgörü ve empatiyi bu türden kazanımlar olarak sayabilirim. Bunlar, yaşamın bize sağladığı becerileri doğru kullanmak için uygun bir dayanıklılık ve süreklilik iklimi oluşturur.
Yaşamın bazı derslerini zihnen doğru olarak kabul edebiliriz; ama önemli olan, bunları yaşamımızın vazgeçilmez uygulamalı unsurları arasına katabilmektir. Kendi yaşamımın bana verdiği dersler arasında en önemli bulduğum unsur iyi niyettir. Kanımca; yaşamda -duygusal, zihinsel veya fiziksel- herhangi bir konuda başarılı olabilmenin yolu, kişinin niyetli olabilmesinden, buna olumluluğu da katarsak iyi niyetli olmasından geçiyor. İyi niyetli olmak, bir sonsuz enerji ve sinerji kaynağı gibidir. Türü ne olursa olsun amaca ulaşmak ve arzu edileni sağlamak için anahtar, yapılması gereken konusunda niyetli olmaktır. İsteklerimiz konusunda ahlâk ve yasalara saygı gibi bizi barbarlardan farklılaştıran ve iyi ile kötüyü ayırt eden temel ilkeleri göz ardı etmemek gerekir. Genel olarak sanat, özelde edebiyat böyle bir farklılığı yaratmada önemli ayıraçlar arasında yer alıyor.
Tüketim odaklı yaşam, sanatı da tükenir - tüketilir hale getirdi.
Bir kentin her geçen gün daha fazla tüketim mekânları toplamına dönüşmesi, o yerleşimi bilinmeyen bir açmaza sürükleyen, ancak acı sona ulaşıldığında geri dönülmezliğin farkına varılan bir sarhoşluk gibidir.
Bir kentin her geçen gün daha fazla tüketim mekânları toplamına dönüşmesi, o yerleşimi bilinmeyen bir açmaza sürükleyen bir sarhoşluk gibidir. Ancak acı sona ulaşıldığında geri dönülmezliğin farkına varılır. Bir kent önce üretim mekânları, insanları ve örgütleri toplamı olmalıdır. Üretim anlayışı sanayiden sanata, hizmetlerden yerel potansiyelin etkin ve verimli değerlendirilmesine kadar uzanmalıdır. Edebiyat da bu üretim sürecinde yerini almak zorundadır. Sözün özü şu ki; bir kentin iyi kabul edilmesi için o yerleşimin sanat ve edebiyat alanında da gelişmeler yaşaması ve yaşatması gerekli. Bunun için de kendi yenilikçi yol, yöntem ve tekniklerini bulmalı. Çünkü kitsch’e savrulmamayı başarmış sanat ve edebiyat, bir kenti insanın yaşam çevresi (habitat) yapan en önemli unsurlardan birisi…