Yaşam ve Ölüm Üzerine Başka Aforizmalar – 1

Yaşam ve Ölüm Üzerine Başka Aforizmalar – 1

Gürcan Banger

01: İnsanın en basit ve temel öğrenme yolu karşılaştırmalar, kıyaslamalardır. Bu nedenle siyahı beyazı, ışığı ve gölgeyi karşılaştırarak, ama ikisini birden aynı anda öğrenir. Siyahı ve beyazı grilerle karşılaştırmaya başladığında ise hem öğrenme süreci hem de genel anlamda insanın kendisi yaşam deneyimi açısından zenginleşir. Renkler, yeni kıyaslama imkânları ve öğrenme fırsatları yarattığından yaşamı zenginleştirir; bu nedenle ‘renklendirme’ sözcüğünü olumlu anlamda kullanırız.

02: Olağan yaşayışımız dışındaki bazı eylemler dinlenme niteliğindedir. Her zaman okuduğumuz türde kitapların dışında bir şey okuyarak ya da farklı türde bir görsel yapım izleyerek zihnimizi bir başka alanda dinlendiririz. Bütün bunlar farklı düşünsel gezintilere yol açar ve zihinsel farklılık yaratır. Bunu bir tarlada her yıl toprağın farklı katmanlarını değerlendiren bitki ekmeye benzetebiliriz. Yaşam ve başarı öyküleri de böyledir. Kendi yaşamımız dışında başkaca yaşanmışlıkları okumak dağarcığımızı zenginleştirir.

03: Bir başarı öyküsünü takdir edebilirsiniz. Ama okumaya daha başında bir ‘hayran’ olarak başlamayın. Böyle bir bakış açısı, ‘at gözlüğü’ görevi yapar. Bir miyopi yaratır. Sezar’ın hakkını Sezar’a verseniz de; eleştirel ve tartışmacı bakış açınızı kaybetmemelisiniz. Benzer biçimde başarısızlık öykülerini de bir kınama veya küçük görme vesilesi yaparak okuma anlayışı içinde olmamalısınız. İyisiyle kötüsüyle yaşamın kendisi, daima bizim için derslerle doludur.

04:Her Şey İçinde” olarak tanımlanan bir tatile gittiniz mi? Hani; yemeğin açık büfe olduğu, tatilcinin her istediğini ücret ödemeden alabildiği bir tatile… Ya da açık büfe yemek verilen bir otelde kalmış olabilirsiniz. Normal olarak yüzüne bakmayacağımız yiyecekleri tabağımıza tıka basa doldurduğumuz türden açık büfeleri… Muhtemelen bizi böyle davranmaya iten temel güdü, her şeyin tadına bir çırpıda bakıvermek ve bu nedenle mutlu olmayı beklemektir. Hâlbuki açık büfedeki pek çok şeyi tabağımıza doldurup lezzetlerini birbirine karıştırdığımızda; sadece kendini düşünen kanser hücresi gibi oluyoruz. Her şeyi bir anda yemek istediğimiz için alamadığımız bir yemek yemiş oluyoruz. Her şeyi almak adına lezzeti yitiriyoruz. Bu arada tabağımıza doldurduklarımızın bir kısmını yiyemediğimiz için çöpe dönüştüğünü de unutmamalıyız. Eğer yemek için ayrılmış kısa bir zaman diliminde pek çok şey yemek isterseniz, bu durumda her yiyeceği aceleye getirmeniz gerekir. Çoğu zaman günlük yaşamımızda da çok sayıda lezzeti elde etmek için, ‘yaşamı aceleye getirdiğimizin’ farkında bile olamıyoruz. Böylece yaşam, ‘tadını çıkarmanın’ çok ötesine geçerek anlamsız bir koşuşturma haline dönüşüyor. Gece olup başımızı yastığa koyduğumuzda, o günün önemli lezzetini hatırlamakta zorluk çekiyoruz. Kendimize “Bana bugüne hatırlatacak ne yaptım?” sorusunun cevabı, gece saatlerinde bulutlarla kaplı gökyüzünün karanlığında bir yıldız aramaya dönüşüyor.

05: Sevmeyi de aceleye getiriyoruz. Dar zamanlarda sevginin büyüsünü yakalamaya çalışıyoruz. O da çoğu zaman ‘bizim sevgimiz’ yerine ‘benim ilişkim’ haline dönüşüyor. Bir ilişkinin bir bağımlılık olduğunu unutup kendi başımıza bir ilişki yaşamaya çalışıyoruz. Sadece bir duygusal konuda değil, ‘bağımsızlık’ adını verdiğimiz kendi başınalığımız, neredeyse yaşamımızın her noktasını işgal etmiş gibi… Bireysel bağımsızlık adına yapılan bu ilgisiz ve kayıtsız davranış modelinin bizi cennete götürmeyeceğine kuşku yok. Yolun sonuna gelmeden fark edilmesinde yarar var sanki.

06: Herkesin yaşamı birbirinden farklı… Her birey, farklı bir yaşam süreci deneyimi yaşıyor. Ama hepimizin paylaştığı, kesin olan iki olay var. Doğuyoruz ve ölüyoruz. Çevremizde başka doğumlar ve ölümler gözlüyoruz. Bunlar hakkında kendi süzgecimizden geçmiş algılar ve düşünceler oluşturuyoruz. Ölümünü önceden hissettiği söylenenler var. Gerçekten Tolstoy’un söylediği gibi; bir kış gecesinin gelişi gibi ölümün de gelişi kaçınılmazdır. Zamanı durdurmak mümkün değil; ne yaparsak yapalım, zaman ilerleyecek ve o gecenin gelişi gibi ölüm de gelecektir. Günlük yaşamda kış gecesine hazırlanıyoruz. Yaşadığımız mekânda gerekli hazırlıkları yapıyoruz; sağlığımız ve giyimimizle ilgili gerekli önlemleri alıyoruz. Tolstoy, ‘Bir kış gecesine hazırlanır gibi ölüme de hazırlanmak mümkün müdür’ diye soruyor. Sonra kendi bakış açısından şöyle cevaplıyor bu zor soruyu: “Ölüme hazırlanmanın biricik yolu, gerçekler ve erdemlerle dolu bir yaşamdır. Yaşam, ne denli erdemlerle doldurulursa, ölüm korkusu da o kadar azalır. Sonsuz yaşam vardır.

(Devamı var)
Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor.
Bu yazı Aforizmalar, Kişisel gelişim, Ölüm, Yaşam kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir