Yaşamaya İzin Var mı?
Gürcan Banger
2 Eylül Gazetesi köşe yazarlarından Deniz Savcı’nın “Dış Kapının Mandalı” başlıklı yazısını okurken su yüzüne çıkmaya başladı. Yazar anlatır; okuyucu olarak anlar ve yorumlarız. Kimi zaman zihnimiz bizi yazının konusundan farklı bir yerlere de götürür. Ama özünde düşünmek, böyle bir şeydir. Bir kıvılcımla başlar.
Behçet Necatigil’in “Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca” isimli şiiri, benim için adeta bir idoldür: “… Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda / Akşamlara gerili ağlara takılıyor / Yaralı hayvanlar gibi soluyor / Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor / Yollar ya da anılar boyunca. / Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda / Akşamlara gerili ağlara takılıyor / Yaralı hayvanlar gibi soluyor / Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor / Yollar ya da anılar boyunca. …” Birey olarak insanın dünya, toplum ve yaşam karşısında duruşunu ve insan olarak olup biteni algısını ifade eder. İnsanın kendisini anlattığı her satır, Necatigil’in şiirini seslendiren orkestranın farklı; ama değerli bir öznesidir. O orkestra ki; gelişmek isteyen, iyi ve özgür insani yaşama olan özlemi ifade eder.
Yaşamak
İyi yaşamak, herkesin hakkıdır. İyi yaşamak ile mutlu olmanın aynılaştırılmasını da mutlak bir doğru olarak söyleyemeyiz. Mutlu olmak, gizem dolu bir ormanda yürümek gibidir. Her adımda karşımıza, çözmek üzere bir bulmaca çıkar. Bulmacanın çözümü, seçimlerimizdir. Tercihlerimizi nasıl yaptığımız, bir yandan bir sonraki bulmacanın zorluk düzeyini belirlerken, bir yandan da mutluluk enerjimize olumlu ya da olumsuz katkı yapacaktır.
Mutluluğu, sahip olduğumuz nesnelerin çokluğu ya da büyüklüğü ile ölçemeyiz. Gizemli ormanda yürürken gerçekleşen mutluluk arayışı, aslında bir iç doyum arayışıdır. Bu iç tatmin, bir beyaz atlı prens gibi beklenmedik bir anda iyi şans olarak gelmez. Mutluluk, yaşam sürecinde yaptığımız seçimlerin, dolayısıyla çözdüğümüz bulmacaların bir sonucudur. Bu kadar çok dış faktöre rağmen mutluluk, kişinin kendi elleri arasındadır.
Mutlu olmak, öncelikle mutlu olmayı isteyen iyi niyettir. Talihsizlikten yakınarak, koşullarından şikâyet ederek veya yaşamla bağlarını koparıp seçimleri seçimsizliğe bırakarak mutluluğu yakalamak mümkün değildir. Eğer gün ışığınızın azaldığını, yaşamınızdaki renklerin soluklaştığını veya yaşam enerjinizin tükendiğini hissediyorsanız; yaşama dokunurken kullandığınız niyete ve tercih yapma modelinize bakın, derim. Özgürlüğümüzün ifadesi seçimlerimizdir. Tercihlerimiz olmadan, mutluluğu yakalamak ise mümkün değildir.
Beklentilerimiz
Yaşamdan olduğu gibi, içinde bulunduğumuz ilişkilerden beklentilerimiz var. Bir iş ortaklığında kâr etmeyi ve bunun sürdürülebilir olmasını bekleriz. Bir eğitim ilişkisinde gerekli ve yeterli bilgilerle donanmayı ve bunu kanıtlayan bir diploma edinmeyi isteriz. Bir duygusal ilişkide ise; sevgimizin karşılığında sevgi tatmini beklentisi içinde oluruz.
Ama her zaman bu istek ve beklentilerimiz, özlediğimiz ölçüde cevaba dönüşmeyebilir. İşte; bu tatminsizliğin cevabını arama süreci, ‘kimin haklı, kimin haksız’ olduğu sorusunu oluşturan kritik zaman dilimidir. Böyle bir darboğazın devamında iki yol vardır. Bir tanesi ayrılmalara diğeri ise sorunu yönetip doğru çözerek esenliğe gider. Çoğu zaman sağlıklı çözüm, ‘kimin haklı’ olduğu sorusuna cevap bulmak değil, sorunun uyum içinde birlikte nasıl aşılabileceğini araştırmaktır. Eğer bu sürecin sonunda oluşturulan – her ne ise – çözüm, o ana kadar olandan daha fazla tatmin ve memnuniyet sağlayabiliyorsa; süreç, yeterli ve sağlıklı bir noktaya ulaşmış demektir.
Hintli bilge Mahatma Gandhi, “Hakkını çabuk yoldan elde etmek için, karşı tarafa hakkını vermek gerekir” der. Burada önemsenmesi gereken vurgu, yukarıda da değindiğim gibi hakkın – en az – iki yönlü olduğudur. Hak kavramından söz ettiğimizde; ‘senin hakların’, ‘onun hakları’ veya her nasıl bir ortamdaysak ‘diğer paydaşların hakları’ da aklımızda olmalıdır.
Karşılıklı olarak hakların doğru kavranması için, ilk elde karşılıklı anlaşmanın ve anlaşılmanın gerçekleşmesi gerekir. Şöyle diyebiliriz: “Seni anlamamı istiyorsan, beni anlamayı başarmalısın.” Kendi kendimize de “Beni anlamanı istiyorsam, seni anlamaya çalışmalıyım” diyebilmeyi başarmalıyız. Yaşamı seslendiren kendi orkestramızın, şefi olabilmeliyiz.