Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Siyasetin ahlaksızlığından çokça söz ediyoruz. Rant kollama, bireysel çıkar arama ve onu bunu koruyup kollama güncel siyasetin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş. Ama ne yazık ki ahlaksızlık ve ahlak dışılık sadece siyaset alanına özgü değil. Artık yaşamın her alanında ahlaklılık ihtiyacını daha fazla ifade ediyoruz. Ahlak dışılığın canımıza tak dediğini adeta itiraf ediyoruz.
Çoğu zaman etik sözcüğünü ahlak ile eşanlamlı olarak kullanıyoruz. Ama sözcüğün başka anlamları da var. Örneğin bir anlamıyla etik, töre bilimi demektir. Etik bilimi kapsamında topluma ait kurallar dizisini içeren bir bilim dalı olarak ele alınabilir. Etiğin bir başka anlamı ise bir mesleği oluşturan kişi veya kuruluşların uymak zorunda oldukları davranış biçimleridir. Özetle; etik kavramı ile iyi ve doğru davranmayı ve ahlaklı yaşamayı ifade etmeye çalışırız.
Etik sorunu, çok eski yıllardan beri insan düşüncesinin konusu olmuştur. İsimlerini hayal meyal hatırladığımız ya da adlarını hiç bilmediğimiz pek çok düşünür, bu konuda yazmış ve görüş belirtmiştir. Etik üzerine ayırt edici çalışmaları olan pek çok düşünür vardır. Diğer yandan etik, toplumların değişim ve dönüşüm süreçlerinde ilk akla gelen kavramlardan birisidir. Çünkü sosyal değişimin karmaşık görüntüsünün, toplum içinde her türlü ilişkinin temelindeki ahlakî davranış kalıplarını bozduğu ve yok ettiği düşünülür. Yine bu süreçlerde gelenek ve göreneklerde oluşan değişiklikler bu tür düşüncelere güç ve yön verir.
Son 40-50 yılın Türkiye’sine baktığımızda, yukarıda söylendiği biçimde bir değişim, daha doğrusu bir dönüşüm yaşandığı gözleniyor. Bu süreci etkileyen birkaç faktör var. Türkiye, yerel olarak kültürleri bozacak biçimde karıştıran sosyal göçün etkilerini net olarak hissediyor. Genel olarak kırdan kente göç, hem kırın sosyal davranış kalıplarını değiştirirken, diğer yandan da kentlere uygun olmayan bir kentsel davranış modelinin gelişmesine vesile oluyor. Kır ahlakı ile kent ahlakı, bir araya gelerek anlamsız ve düzeysiz yeni bir sentez oluşturuyor.
İkinci önemli faktör ise küreselleşme olarak özetlenen genel olgunun, toplumu etkilemesi olarak ortaya çıkıyor. Toplum, hızla yaşam ve tüketim alışkanlıklarını değiştiriyor. Ekonomik yeterliliğe, gelecek güvencesine ve tasarrufa önem veren bir sosyal yapı, tüketim güdümlü olma yolunda dev adımlarla ilerliyor. Bunda da başta medyanın kolaylaştırıcılığı ile olmak üzere, küresel güçlerin Türkiye üzerinde artan etkilerinin önemi var. Aşırı, akıl dışı ve sınırsız tüketim yönelimini, sadece Türkiye’ye mal edemeyiz. Ulus ötesi şirketler, Dünya üzerindeki tüketimi sınırsız artırarak, bir yandan kârlarını korumayı hedeflerken, diğer yandan da yandaşı oldukları ideolojik düşünce ve yönetim modelinin (bir başka deyişle kapitalizmin) sürdürülebilirliğini kolaylaştırıyorlar.
Etik kavramı, daha çok felsefî bir boyut taşır. Günlük yaşama indiğimizde, günlük ahlakı ifade etmek üzere ahlakî değerler anlamına moral değerler kavramını kullanırız. İster etik ister moral diyelim, ahlakî değerler, bir kişisel davranış modeli oluşturacak biçimde önce ailede öğrenilir. Yukarıda anlattığım nedenlerle veya sadece bozulan gelir dağılımı nedeniyle, ailenin davranış kalıplarında da farklılıklar oluşacağına hiç kuşku yok. Özellikle medyanın fütursuz biçimde kolay ve şaşaalı yaşama özendirmesi ile önce ailelerde etik değerlerden uzaklaşarak ‘kolay kazanma’ eğilimleri filizleniyor. Bu nedenle; genç insanlar, geleneksel dönemde olduğu gibi aileden doğru kültür edinmede zorlanıyorlar. Günümüzde çekirdek ailenin yaygınlaştığı ve çocuklarla genç bireylerin, aile ortamında daha az zaman geçirdikleri düşünülürse, ailede alınan etik derslerinin –ister istemez– sonu gelmiş gibi duruyor.
Aile içinde geçen zamanın yerini okul alıyor. Dolayısıyla bu durumda ahlakî davranışın okulda öğrenilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama ne yazık ki, eğitim sistemimizin her seviyesinde sürüp giden bozulma, buna izin vermiyor. Okul, bazı durumlarda ahlakın öğrenildiği yer olmak yerine, ahlaksızlığın talim edildiği ortam haline dönüşüyor. Özellikle ilk ve orta seviyeli öğrenimde bu durumu netlikle gözlemeye başladık.
Bu durumda karşımıza iki seçenek çıkıyor. Bunlardan birincisi, yüksek öğrenim düzeyinde içeriği ve ağırlığı saptırılmaksızın zorunlu meslek etiği derslerinin konmasıdır. Bu derslerin öğretmenlerinin seçiminde de çok hassas davranılması gerektiğine hiç kuşku yoktur. Sadece ders ücreti vermek için veya “ders boş geçmesin” diye yapılacak öğretmen atamalarının, işi yozlaştırmaktan başka bir anlamı olmayacaktır. İkinci olarak; sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların), yaşam etiği konularına önem ve ağırlık vermeleri gerektiği kanısındayım. STK’ların bu konuda yapacakları yaygın eğitim çalışmaları, hiç kuşkusuz kötü gidişe biraz olsun dur diyebilecektir. Bu arada danışmanlık ve eğitim hizmeti veren işletmeler için yaşam okulu türünde projeler içinde etik eğitimi de yer alabilir. Umarım, ahlaklı yaşam elimizden daha fazla kayıp gitmeden soruna bir çözüm buluruz.
Dünyada sınırları aşmaya çalışan yönelimler var. Ne yazık ki, bu yönelimlerin bazıları aşırı bir hal alıp ahlakın / etiğin sınırlarını da aşıyor. Bu had bilmezlik sorunu konusunda ah çekip şikâyet etmekten fazlasını yapmamız gerekiyor.