Yeni Yıl, Yeni Başlangıçlar, Yeni Umutlar

Gürcan Banger

Artık güneş takvimiyle yeni bir yıldayız. Zaman –nasıl bir şey ise o– kendi akışı içinde dur durak demeden ilerliyor. Bir yılın bittiği, yenisinin başladığı ise bizim varsayımımızdan başka bir şey değil. Sonlarla ve yeni başlangıçlarla düşünebilmek belki de bize kolay veya heyecan verici geliyor. Yaşamı daha iyi kavrayabilmek, öngörebilmek ve planlayabilmek için onun akışına duraklar, esler ve işaretler koyuyoruz.

Yeniden Başlamak
Yeni bir başlangıç, yaşamımızı gözden geçirmek ve önümüze yeni hedefler koymak için iyi bir fırsat olabilir. Eğer ayırabileceğimiz kısa bir zaman dilimi olabilirse 1 Ocak 2017 ile gelen yeni döneme yeni hedeflerle bakmayı, önümüze yeni hedefler koyarak bu yeni yılı kazanmayı düşünebiliriz.

Örneğin yeni yılda yeni iş hedeflerimiz olabilir. İnsanlarla olan ilişkilerimizi daha etkin ve verimli hale getirebiliriz. Eğlenmek, dinlenmek ve yaşamdan tat almak için yeni vesileler öngörebiliriz. Sosyal bir yaşamın ya da bugüne kadar olandan farklı sosyal etkinlikler içinde olmayı düşünebiliriz. Yaşamın giderek daha hızlı değişmekte olduğunu göz önünde bulundurarak yeni eğitim hedeflerimiz olabilir. Maddi eksikliklerimizi tamamlama konusunda yeni çabalarımızı planlayabiliriz. Kişisel gelişimin günümüzde yeni avantajlar kazandırdığını öngörerek kişiliğimizi ve kimliğimizi geliştirici etkiler yaparak etkinlikler hedefleyebiliriz. Ruh ve beden sağlığımız konusunda bu yeni dönemde daha özenli, daha ilgili olabiliriz. Bunların hepsi yapabileceğimiz şeyler…

Bu yıla kişisel tarihinizi yazdığınızı düşünerek başlayabilirsiniz. Örneğin 2017 öyle bir yıl olabilir ki, bu yıl içinde başardıklarınız, başladıklarınız ve terk ettikleriniz tarihinize bu yıl kaydı ile düşülebilir. “Yeni işimi 2017’de planlamış ve kurmuştum” diyebilirsiniz. “2017 yılı benim siyasete girmeye karar verdiğim ve bu konuda ilk girişimleri yaptığım yıldı” diye anlatabilirsiniz ilerleyen dönemlerde. 2017’de ilk kez gerçek anlamda âşık olacaksınız belki de. Veya aşkınız büyüyüp derinleşecek, geleceğe kök salacak. Müstakbel çocuklarınıza ve torunlarınıza “Annenizle ya da babanızla 2017 yılında tanışmıştık” diye anlatacağınız günlerin keyfiyle bu yıl daha duygusal ve daha girişimci olabilirsiniz.

İlk, orta ve lise öğrenimim sırasında tarih ve coğrafya derslerini pek sevmediğim yıllar olmuştu. Belki de bu derslerin bize aktarılmasında bazı sorunlar vardı. Ama bu konuları ilerleyen yıllarda bir boş zaman eğlencesi haline getirdiğimde sevmeye başladım. Pikniğe gitmekten hoşlanmadığım halde hafta sonlarımı tarihi ve kültürel alanları ziyaret edip, oralara ilişkin tarihi öğrenmeye çalışarak geçirmeye başladım. Farklı coğrafi bölgeleri gezip tanımayı sever oldum. Siz de bu dönem yaşamınızı daha eğlenceli hale getirecek etkinlikler öngörebilirsiniz. Dünya’da merak edilecek, öğrenilecek o kadar çok şey var ki…

Yaşadığımız yakın çevrede bilmediğimiz, görmediğimiz ne kadar önemli tarihi, coğrafi, ekonomik ve sosyal değerler olduğunun genelde farkında değiliz. 2017 yılında kentimizi, bölgemizi, ülkemizi daha iyi tanımak için gezi fırsatları yaratabilirsiniz. Bu ve başka vesilelerle olmuş anılarınızı yazmayı neden düşünmeyesiniz?

Bu yıl neler yapabileceğiniz konusunu bir beyin fırtınası ile ele alın. Yapabilecekleriniz o kadar çok ki… Yeni bir dil öğrenebilirsiniz. Seramik veya ahşap kursuna gidebilirsiniz. Yeni bilgisayar programlarının kullanımını öğrenebilirsiniz. İçiyorsanız bu yıl sigarayı bırakabilirsiniz. Unuttuğunuz yakınlarınızla yeniden iletişim kurabilirsiniz. Bu yıl sizin için insanlara iyi davrandığınız ve gülümsemeyi öğrendiğiniz bir yıl olabilir. Duygularınızı özgürleştirip âşık olmayı, sözlenmeyi, nişanlanmayı ya da evlenmeyi düşünebilirsiniz. Yaşam tüm zorluklara rağmen devam ediyor. Akıllı seçimler yapıp bunlara duygularını katabilenler her şart altında mutlu olabiliyor. Akıl ile duygular uyumlu biçimde el ele verebildiğinde önünde hangi engel durabilir ki? Dünya ve yaşam, değil bir dergi yazısına kitap ciltlerine sığmayacak zenginlikte. Ama herkesin kendi zenginliklerini kendisinin keşfetmesi koşulu ile… İyi olun. Mutlu olun. Dünyada giderek azalan sevgi birikimi sizin duygularınızla zenginleşsin.

Yeni Yıl Ritüelleri
Yaşamı, çoğu zaman gerçek özünden ayırıp simgelerle ve ritüellerle eşleştiriyoruz. Anlamları taşımak zor; ritüelleri yaşamak ise daha kolay geliyor bize… Ritüel, genelde din kavramıyla birlikte kullanılan bir sözcük. En azından kökeninin din olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi; din teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Dinin inanç kısmı teori, ibadet kısmı ise pratik olarak ele alınıyor. Din açısından ele alındığında ritüel, bir dinin ibadet kısmının nasıl yapılacağını belirten kurallar ve yöntemler manzumesidir.

Dinin pek çok sosyal kurumu ve kavramı etkilediğini biliriz. Bunlar arasında sanat da var. Hatta dinin ve sanatın uzun zaman iç içe var olduklarını söylersek bir tarihi gerçeği ifade etmiş oluruz. Zaman içerisinde sekülerleşme ile birlikte ritüel sözcüğü dinden bağımsızlaşmış. Başta sanat olmak üzere başka alanlarda da kullanılır olmuş.

Dinsel anlamda ritüelin içeriğinde her zaman aynı işlemin yapılması, belli zaman aralıklarında bazı eylemlerin düzenli biçimde tekrar edilmesi var. Günümüzde seküler anlamında kullanıldığında bu kavram, biraz daha esneklik kazanıyor. İlk tanımlandığı katı kuralların dışına çıkıyor. Dinsel ritüellerin yanında dinle karıştırılan büyü ve sihir gibi alanlarda da ritüel kavramından söz ediliyor. Bu anlamda halkın değişik kesimlerinin dini uygulama türlerinden söz etmiş oluyoruz.

Bir de sosyal alanların ritüelleri var. Cenaze, evlenme, sünnet törenlerin uygulanmasında gözlüyoruz bunları. Kına törenleri bunların arasında iyi bildiğimiz bir tanesi… Günümüzde ritüel sözcüğünü duygusal alanlarda da kullanıyoruz. Örneğin aşkın, sevginin ifade edilmesine yönelik ritüeller… Sevgiyi ifade etmek üzere el ele tutuşmayı bu ritüellerden en zarif olanları arasında sayabiliriz. Tabii ki, bu arada muska yazdırma, fal baktırma, bez bağlama gibi duygusal amaçlara yönelik olarak halk arasında kullanılan başkaları da var.

Sevgi üzerine kurulmuş duyguların ifade edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Sevginin ritüellerinin yaşamımızdaki yerinin önemine ve vazgeçilmezliğine inanırım. Ama yeni yıl, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü gibi vesilelerle, sevginin ifadesinin bir tüketim yarışına dönüşmesinden de rahatsızım.

Her sevgi ilişkisi kendi ritüelini kendisi üretmelidir. Örneğin babaya olan sevgiyi ifade etmenin yolu, ona sadece parasal yönden kıymetli bir hediye almak olmamalıdır. Dinsel anlamda ritüelin amaçlarından birisi günahlardan arınmaktır. Sevgi ritüelleri ile sevgisizlikten arınarak benzer bir amacı yerine getiriyoruz.

Bir çizgi film olan Temel Reis’i bilirsiniz. Bir Amerikan yaratısı olan karakterin orijinal adı Popeye’dir. Temel Reis, sevgilisi Zeytin (Olive Oyl) bakımından rakibi olan Kabasakal (Mean Man) ile mücadelesinde konserve ıspanak yiyerek güçlenir. Çizgi filmin teması, özellikle konserve kutuda sunulan ıspanağın, Temel Reis’e güç katmasıdır.

Konunun arka planına baktığımızda; Temel Reis’in bir konserve ıspanak firmasının reklâmı olarak doğduğunu görürüz. Özetle; ıspanağın yararları adına yaratılan çocukça sempatinin altında bir firmanın tanıtım ve pazarlama stratejisi vardır. Konserve firması, deposundaki ıspanak stoğunu satabilmek için insanları böyle bir sempati noktasından yakalamayı hedeflemiştir. Medya organlarının ve sinemanın etkisiyle Temel Reis sevgisi dünyaya yayılmış ve Amerikalı Popeye, konserve ıspanak ile özdeşleşmiş küresel bir figür olmuştur.

Küreselleşmenin etkileri arttıkça, başka ülke ve toplumlara ait alışkanlıkları daha fazla edinir olduk. Aslına bakarsanız, küreselleşmenin en net sonuçlarından birisi de, yerel ve ulusal kültür farklılıklarını ortadan kaldırarak, ekonomisi ve yayılmacı gücü gelişmiş ülkeler lehine bir kültür aynılaşması yaratmasıdır. Sevgililer Günü veya Yılbaşı gibi kutlamalar, başka kültürlerden edindiğimiz unsurlardan bazılarıdır. Yine Noel Baba, yılbaşı çamı veya yeni yıla girerken kırmızı don giymek, akla ilk gelen örnekler olarak verilebilir. Bu örnekleri, kimi zaman kendi gelenek ve alışkanlıklarımızla bitiştirdiğimiz de bir başka gerçektir.

Özellikle son yıllarda yılbaşında kırmızı don giymenin uğurlu olduğu ve şans getirdiği yönündeki bir inanç toplumumuzda yayılmaya başladı. Belki de haksızlık etmemek için toplumun tüketime yatkın bir kesiminde demeliyim.

Çoğu zaman olduğu gibi; kırmızı don giymenin neden uğurlu kabul edildiğini kendimize sormamışızdır. Bu da, Temel Reis’in konserve ıspanaklarını andırır bir hikâyedir. Kırmızı donun uğuru, aslında 1956 yılında iflas etme noktasına gelmiş olan iç çamaşırı satıcısı Henry George’un kurtuluş hikâyesidir. Çamaşır deposu uzun süredir satılmayı bekleyen kırmızı donlarla dolu olan George, mallarını satmak için bir strateji geliştirmeye karar verir. Kolayca satılan beyaz ve siyah çamaşırlara karşılık kırmızı donları da satabilmek için satıcılarına, yaptıkları tanıtım ve pazarlama çalışmaları sırasında kırmızı don giymenin şans getirdiğini söylemelerini öğütler.

George’un yaklaşımı gerçekten ilgi görür. Yılbaşına doğru kırmızı don stokları erir. Böylece ABD’de yılbaşında kırmızı don giymenin şans getireceği yönünde bir inanç oluşur. Bu ülkede yapılan kamuoyu araştırmalarına göre; geçen yıl yılbaşında kadınların yüzde 89’unun kırmızı don giymeyi tercih ettiği anlaşılmış. Yine 2005 yılında Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyon adet markalı kırmızı don satıldığı tahmin ediliyor. Kırmızı donun yarattığı albeninin, çeşitli kırmızı iç çamaşırı satışlarını artırdığı da söyleniyor.

Gördüğünüz gibi; kırmızı don merakının arkasında, satıcının para kazanmasının ötesinde bir uğur ve şans yok. Ama insanlar, zor yaşam koşullarını kırmızı don giymek gibi kolay yollarla aşmaya çalışıyorlar. Kırmızı donun yararının ise kime olduğu ortada.

Yeni yıl veya kırmızı don… Her ikisi de, temposu giderek yükselen tüketim çılgınlığının birer göstergesinden başka şeyler değil. Artık kültür ve inanç değerleri bile, ticarî faaliyetler üzerine kurgulanıyor. İnsani anlam ve değerlerin yerini, ekonominin para kazanma kurallarının önerdiği yeni türden simgeler alıyor. Sevgimizi göstermek için Sevgililer Günü’nde pahalı hediyeler almaya çalışıyoruz. Doğum günleri bir para yutma mekanizması haline dönüşüyor. Yılbaşında kırmızı dona şans getirecek diye bir sürü yatırım yapıyoruz. Farkında mısınız; kazanma hırsı ile tüketime yönlendirme, hepimiz için yeni ve sanal bir dünya tanımlıyor. Ve biz de kolayca bu dünyaya uyum sağlıyoruz.

Yepyeni Umutlar
Ayakta kalmanın, geleceğin heyecanıyla yeni adımlar atmanın ve yaşam sevincine katkılar yapmanın ilk şartı umudunu yitirmemek… Hepimizin tek tek yaşam deneyleri de göstermiştir ki; yolun bittiğini sandığımız anlarda bile önümüzde yeni ufuklar açılıyor. Yeni bir yılın vazgeçilmez niteliği yeni umutlara vesile olması… Aslına bakarsanız; (eğer varsa zaman) zamanın yeni yıldan haberi yok.

Zamanın başı ve sonu yok. O, bildiği gibi akıp gidiyor. Sadece biz insanlar olarak zamanın bazı noktalarına işaret taşları koyuyoruz. Bilip aklımızda tutabilmek için… Yılbaşı, bayramlar, yıldönümleri veya kutlama günleri hep bizim koyduğumuz işaretler. Zamanın sonsuz eksenine çentik atma çabalarımız… Ama zamanı işaretlemeyi bu denli basit olarak algılamamak da lazım; çünkü zamana koyduğumuz her çentik ile o ana farklı bir değer ve anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bazen acılı da olsa; çoğu zaman koyduğumuz bu işaretlerin, gelecek adına enerji veya değişim yaratmasını sağlamaya çalışıyoruz.

Her işaretle yaptığımız bir diğer şey, geçmişin tozlarından silkinip yeni bir bakış açısı edinmeye çalışmak. Yaratmak istediğimiz sinerji yanında gelecek algımızı değiştirmeye çalışıyoruz. Yaşamımızın o anından sonra ne yapacağımıza veya dünyaya karşı nasıl bir tutum takınacağımızı belirlemeye çalışıyoruz. Yeniyi aramak ve bulmak, en olumsuz zamanlarımızda bile olmasını istediğimiz bir şey. Her yeni yılın başında yeni hayaller ve umutlar kurgulamamızın ardında bu özelliklerimiz var.

Bazen yaşamımız, öyle kilitlenmiş, değişmez ve boz bulanık görünüyor ki… Bu durumdan umutsuzluğa ve yeise kapılabiliyoruz. İçimiz bir değişim umuduyla yanarken, çevremizin dört duvar hapishane olduğu fikriyle boğazımız düğümlenebiliyor. Umudu ve yeisi birlikte yaşıyoruz.

Yaşamımızın öyle anları var ki; bizi yoran damlaların bardağımızı doldurduğunu hissettiğimiz oluyor. Ya da çölde kalmış bir kaya parçası gibi rüzgâr ve güneşle taneler halinde dağıldığımızı ve yok olduğumuzu hissedebiliyoruz. Böyle bir durumun belli başlı iki farklı sonucu oluyor. Ya daha fazla içe dönüp karanlığımızı koyulaştırıyoruz ya da patlamaya aday bir yağmur eşliğinde tufana dönüşüyoruz. İşte; böyle zamanlarda bir kırılma yaratmaya, zaman eksenine yeni bir çentik atmaya ihtiyacımız oluyor. İçimizin karanlığını artıran ve bizi bir tufana sürükleyen ruh halinden kurtulmamızı sağlayacak bir silkinmeye ihtiyaç duyuyoruz.

Bu anlamda zaman eksenine attığımız çentikleri, yani başlangıç fırsatlarını sempatiyle karşılamak lazım. Böyle baktığımızda; yılbaşının, doğum günü kutlamalarının veya sevdiğimizin ölümünü anma günlerinin hangi kesimin veya toplumun kültürüyle ilgili sorunu silikleşiyor. Özel günler, bir anlamlandırma haline dönüşüyor. Özgün veya yabancı olan ise ancak o özel günü nasıl kutladığımız olarak ayrışıyor.

Yeni yıl, zaman eksenine koyduğumuz işaretlerden bir tanesidir. Bu algıdan sonra; yeni yılın başlangıcı, zamanı bir kez daha anlamlandırmak için, geleceğe yeni değerler atamak için ihtiyacımız olan bir fırsata dönüşüyor. Yılbaşının ne miladi takvimin başlangıcı ne de İsa’nın doğumu gibi bir kültürel unsurla ilgisi yok. Önemli olan, geleceğe uzayan yaşamımızı bir vesile ile bir kez daha anlamlandırmak ve ona yeni bir değer atamak…

Giderek sanallaşan dünyada sevgiyi, içtenliği, sıcaklığı ne kadar da hızlı yitiriyoruz. Gerçekten bize ait olan tek bir yaşamımız var ve onu da sevgisizlikle sevimsiz bir hale getiriyoruz. Dünyayı, doğal ve kültürel çevreyi ve canlı yaşamını yok ettiğimiz gibi; kendi yaşama sevincimizi de sevgisizlikle ortadan kaldırıyoruz. Her an daha çok sevgiye ihtiyacımız varken, acımasız bir hovardaca sevgilerimizi ve sevgi potansiyelimizi tüketiyoruz.

Ne kadar çok işimiz var, değil mi? Hiçbir şey için asla zamanımız yeterli olmuyor. Ama yoğun ve karmaşık iş programlarımız ile sevdiklerimiz arasındaki değer farkını ancak onları kaybedişlerimizde anlayabiliyoruz. İçimizde derin bir acı kalıyor ama geçen zaman, kaybedilen fırsatlar asla geri gelmiyor. Mutluluk fırsatları avucumuzdan kum taneleri gibi sonsuz bir çöle akıp gidiyor.

Bazen birkaç dakikalık bir telefon konuşması, bazen sevgi veya saygı anlatan bir mektup, mümkünse “Seni hatırladım” diyen bir e-postanın ne kadar iç ısıtıcı, yaşam sevincini artırıcı etkileri olduğunu unutuveriyoruz. Eğer yeniden başlama şansım olsa; sanırım, yaşamımda en çok sahip olmak istediğim varlıkların başında daha fazla sevgi ve saygı gelecektir. Bugün yapabildiğimden çok daha fazla vermeyi ve paylaşmayı isteyeceğim değerlerin başında da sevgi ve saygı gelecektir.

Çok iyi bildiğim, yaşamın bana sıkı sıkıya öğrettiği bir gerçek var. Yaşamda verildikçe artan, paylaştıkça çoğalan iki varlık sevgi ve saygıdır. Sevgi zenginliğini artırmanın tek yolu sevgi vermek, bu mükemmel duyguyu olabildiğince paylaşmaktır.

Daima zaman uygun değil, orkestra uyumsuz, müzik kötü ve sahne dar. Bunlar yaşamın gerçekleri. Ama lütfen daha fazla zaman ve mekândan şikâyet etmeyin! Daima zaman yetersizdir. Daima mekânlar karşılıklı olarak uzaktır. Daima bizi engelleyen nedenler vardır. Ama gördüğü sevgi ve saygı nedeniyle karşınızdaki insanın gözbebeklerinin ışıldadığını görmek kadar değerli ve anlamlı bir başka duygu olabilir mi? Yeni yıl, yeni bir başlangıç… Yeni anlamlar, yeni değerler, yeni umutlar ve yepyeni bir gelecek için canlı bir fırsat…

Zihnimde Yeni Yıl
Eski yıl ile yeni yılın arayüzü, bu basit durum kimi zaman gözümüzden kaçan bir olguyu ortaya koyuyor. Her son bir başlangıçtır. Yaşam kendi boyutunda –bizim özel bakışımızdan bağımsız biçimde– durmaksızın akıyor. Evrende bilebildiğimiz yaşamın özünde başlangıçlar ve sonlar yok. Onlar bizim algı modelimizin ürettiği duraklar… Son dediğimiz hangi duraktan sonrasının olmadığını kanıtlayabiliriz? Önemli olan, kendimizce koyduğumuz bu duraklar karşısında duruşumuz ve bakış açımız…

Evrene ve yaşama karşı duruşumuzda önemli bir noktayı yitirmememiz gerekiyor. Sevgiler, nefretler, ilgiler ve kayıtsızlıklar yaşamı algılama, anlamlandırma ve cevap verme tarzımızdan kaynaklanıyor. Bir başka deyişle; yaşamın algılanmasında ve anlamlandırılmasında durduğumuz noktayı ve bakış açımızı biz belirliyoruz. Bazı inançlar, ideolojiler ve söylemler bu duruş hakkında kulağımıza bir şeyler fısıldasa da; asla tek bir kural veya vazgeçilmez yöntem yok. Her bireyin yaşamsal farkındalığı ve bilinci geliştirmesi –çevre şartlarıyla birlikte de olsa– kendisinin ürettiği bir model…

Her yıl sonu yaşlanmış bir yılı tarihin derinliklerine gönderiyoruz. Yeni bir yılı ümidin, karamsarlığın ya da kayıtsızlığın ufkunda yaşamaya başlıyoruz. Yılları bile insan yaşamı gibi algılıyoruz. Yaşama başlangıçlar ve sonlar koyma tarzımıza uygun biçimde insan doğuyor, yaşıyor ve ölüyor. İnsan doğum denen olayla yola çıkıyor. Ölümle yolun bittiğini varsayıyoruz. Gerçekten yol ölümle bitiyor mu? Tarihe ve sanata mal olmuş ölümsüzlük hasretimiz, ‘başlangıçlı ve sonlu’ algı modelimize rağmen yaşamın sonsuzluğuna işaret etmiyor mu?

Zihninizi bir yoklayın. Bugün artık fiziksel olarak aramızda olmayan insanlarla ilgili ne çok anı ve izlenim var yaşamımızda. Gözlerimizi kapatıp o anları dejavu gibi yeniden hissetmek mümkün; çünkü olanlar bizim yaşamımıza varlıklarıyla anılar, anlamlar ve değerler kattılar. Onlarla değiştik, dönüştük, evrimleştik, büyüdük. Bu insanlar bugün fiziki olarak aramızda olmasalar da düşünsel ve duygusal yaşamımıza olumlu veya olumsuz katkılarıyla yaşıyorlar. Sonuçta; kısa sayılabilecek fiziki yaşam sürecimizi farklı hale getiren bizim kendi yaşamımızı ve çevremizdeki hayatları anlamlandırmamız… Yaşam çevremizdeki canlılara –ve tabii ki yaşam çevresinin kendisine– yüklediğimiz anlam ve değerlerle ömür denen basit görünümlü yolculuğu daha farklı hale getiriyoruz.

Hepimizin yaşama mutluluk anları ile dolu değil. Acılara uğramış olanlarımız var. Bu gerçek, gelecek yaşama karşı umutsuz ve kayıtsız olmamız sonucunu doğurabiliyor. Ama genelde her yeni yılı yeni şanslar ve fırsatlar ihtimali olarak algılamayı seviyoruz.

Yaşamın en ilginç ve güzel yanlarından birisi geleceğin bilinemezliklerle dolu olmasıdır. Bilinemeyen geleceğe meydan okumayı seviyorum bile denebilir. Tahmin etme konusunda ne denli başarılı olsak da geleceğin gelişmelerini bilebilmek mümkün değil. Bilinmeyene endişe, korku, karamsarlık veya umutsuzlukla bakmak yerine geleceği fırsat ve şans olarak değerlendirmeli. Şans ve fırsatlar her zaman yaşamın içindedir. Özellikle fırsatların onları karşılamaya ve yakalamaya hazır kişilere görünür olduğunu unutmamak gerekir.

Bazı anlarda zamanın ruhu bir olumsuzluklar sarmalına takılıp kalıyor. Her an, aynı zaman olmayabiliyor. Kimi durumlarda sanki esin ve anlam pınarımız kurumuş gibi bir çöl ortamında buluyoruz kendimizi. Çölden tekrar yeşilliğe ve suya yürümek, cesaret ve azim gerektiriyor. Gayret etmeden, emek vermeden ve ısrarlı olmadan, içinde düştüğümüz umutsuzluk ve anlamsızlık kuyusundan çıkamıyoruz. Nitelikli insan odur ki; böyle zor bir durumda başını göğe kaldırıp ışığı görebilir ve ona ulaşmak için gayretli ve azimli olur. İyi insan odur ki; kendini bir kuyuda hissedenin ışığı görmesini sağlar ve ışığa ulaşmak için onu yüreklendirir.

Bakış açısı, insanın zenginliğidir. Bakış açısı, insanın bilgi ve deneyim birikimi ile bunu özümleme başarısının bir ifadesidir. Bakış açısı, sıradanlıkla bilgelik arasındaki uzun yolu ölçü göstergesidir. İnsana ait değerler terazi ile tartılmaz ama kendimize örnek olarak seçeceğimiz kişilerin belirlenmesinde bakış açısı önemli ipucu sağlar; çünkü bakış açısı, değerli bir taşın güneş altında gözlerimizi alan ve “Ben buradayım” diyen ışıltısı gibidir. Yeni bir yıla umutla bakalım.

(Yeni Bakış Dergisi’nin Ocak 2017 tarihli sayısında yayınlandı.)
Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor.
Bu yazı Bakış Dergisi Yazıları, Beklentiler, Umut, Yeni yıl kategorisine gönderilmiş ve , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir