Bugün takdir ettiğim bir arkadaşımın bana ilettiği bir anekdot ile başlamak istiyorum. Aklımda kaldığı kadarı ile (belki biraz da katıp katıştırarak) size aktarmak istiyorum.
Bir bilge kişiye sorarlar: “En çok kimi seversiniz?” diye. Bilge kişi: “Terzimi severim.” diye cevaplar. Soranlar şaşırırlar bu kez. “Neden terzi? Daha öncelikli bir yakınınız, tanıdığınız, yoldaşınız yok mu ki terziyi seçtiniz?” diye bir kez daha sorarlar. Bilge kişi ders verir gibi sabırla anlatır: “Terzimi severim çünkü o, her gittiğimde ölçümü yeniden alır. Daha önceki gidişlerimdeki ölçülerime takılıp kalmaz.” Ve devam eder: “Pek çok insan daha önce vardığı yargılarda sabitlenip kalır. Bir insanın değişebileceğini, kötüyse bu huylarından arınıp iyi bir insan olabileceğini düşünmez. İyi insan, sevilesi insan odur ki, olumlu değişime inanır.”
Çevremizde bu bilge kişi kadar içi iyilik ile dolu insanlara rastlamak pek kolay değil. Sorun biraz da bilgeliğin gerektirdiği koşulların dayanılmaz ağırlığından kaynaklanıyor.
Bilgelik, öncelikle yaşamdan doğru dersleri çıkarmak ve bunları bir ilkeler dizisi ve yine yaşam yol göstericileri olarak geliştirmek demek. Eğer yaşam deneyimi ve zenginliği bunları doğru ifade edebilecek söylemle birlikte oluşursa bilge olarak anılan o kişi meyve veren bir ağaç oluyor.
Bizimki gibi saygı, hoşgörü ve empati özellikleri çok yüksek olmayan (belki de giderek düşen) bir toplumda bir bilgenin yaptığı hiza önderi kimliğini savunabilmek hiç de kolay değil.
Toplumda değerler erimeye başladığı zaman bireyler hak edip etmediklerine bakmaksızın bazı sosyal pozisyonların talibi oluyorlar. Söz konusu pozisyon için deneyimi, bilgi birikimi ve eğitiminin gerek ve yeter miktarda olup olmadığından bağımsız biçimde o makamı talep ediyorlar. Hatta bunu hakları görüyorlar. Tabii ki bu güdünün arkasında ya o makamın sağladığı avantajları kendi yaşantılarına aktarmak ya da eksikliklerini bir kartvizit ile tamamlamak var.
Bir kişinin bilgelik yoluyla birlikte sosyal merdivenleri de tırmanabilmesi için o toplumda “hak edenin hak ettiğini alması” (meritokrasi) özelliği olması gerekli. Düşük kültür ve eğitim toplumlarında bu özelliği yakalamak zordur. Bu tür toplumlarda bilge kişiler çöl çiçekleri gibidir. Kendiliğinden yetişirler ve genelde toplumsal destekten yoksun oldukları için de karalanmaları ve yok edilmeleri kolaydır.
Eski zamanlarda toplumun farklı insanları olma özelliğine sahip bilge kişileri yok etmenin yolu kan ve zulüm imiş. Farklılığa tahammülsüzlüğün sonucu genelde bu kişiler için karanlık zindanlarda tükenmek veya doğrudan yaşamlarını yitirmek olmuş.
“Çağdaş toplumda” ise daha yumuşak teknikler kullanılıyor farklılığı ve bilgeliği yok etmek için. Karalama, haksız ve dayanaksız eleştirme bu teknikler arasında başı çekiyor. Zaman zaman basın ve medya da bu konuya ortak ediliyor. Yaklaşım basit: “Çamur at, izi kalır.”
Doğrusu böyle bir durumda karalamalarla, hoşgörüsüzlükle, saygısızlıkla ve kabalıkla sonuna kadar savaşmayı tercih eden kişileri takdir ediyorum. “Benden bu kadar!” deyip kendi dünyasına dönen yorgunları da aynı saygı ve empati ile karşılıyorum. Kurtların arasında kuzu olmak da zor…
Çevremizde hoşgörüsüzlüğün, saygısızlığın ve kabalığın ne denli arttığının farkında mısınız? Sanırım bu sorun için bir dilekçe yazabileceğimiz bir yüksek makam da yok!