Yetişkin Sevgi Bir İhtiyaç mı?
Gürcan Banger
Sevgi tatmin etmemiz gereken bir ihtiyaç mı yoksa paylaşabileceğimiz bir kaynak mı? Ne zaman ‘ihtiyaç’ sözcüğünü duysam, okusam veya hatırlasam bunu ‘sınırsız’ sıfatı ile bitiştiririm. ‘Sınırsız ihtiyaçlar’ dediğimde ise aklıma ‘kısıtlı kaynaklar’ gelir. Buna iktisat deniyor. Sınırsız ihtiyaçları sonlu ve kısıtlı kaynaklarla karşılamaya çalışmak… Ne çetin bir iş… İktisat biliminin bu zor sorusu karşısında iki tür cevap verebiliriz. Ya kısıtlı olan kaynaklarımızı zenginleştirip genişletmeye çalışacağız, ya da sınırsız dediğimiz ihtiyaçların bir bölümünden vazgeçeceğiz.
Sevgi tatmin etmemiz gereken bir ihtiyaç mı yoksa paylaşabileceğimiz bir kaynak mı?
Günlük yaşamda önümüzdeki fırsatlar konusunda seçimler yapmak kolaydır. Ama konuya bir de duygusal ihtiyaçlarınız açısından bakınız. Sevgiden vazgeçebilir misiniz? Sevmek ve sevilmek yerine neyi koyabilirsiniz? Sevginin yerini ikame edebilecek bir kaynak var mıdır? Muhtemelen siz de benimle aynı kanıyı paylaşacaksınız ki, insanı ayırt eden en önemli faktörlerden birisidir sevgi. Özetle; sevgi ihtiyacı, yok sayılabilecek ya da başka bir duygu ile ikame edilebilecek bir ihtiyaç değildir. Muhtemelen sevgi ihtiyacının niteliği üzerine hazzı yakalamak ve çabucak tüketmek aceleciliği ile yeterince ve doğru biçimde düşünmüyoruz. Çoğu zaman sevmeyi ve sevilmeyi içimizde bir özlem olarak tutuyoruz. Bu özlemin bir paniğe dönüştüğü de oluyor. Eğer makul bir zaman dilimi içinde sevip sevilebileceğimiz bir iklime ulaşamazsak, bir hayal kırıklığı ve karamsarlık içine düştüğümüz de oluyor. Eğer sağlam bir sevgi altyapısı edinmediysek, o zaman çevrenin etkisiyle –örneğin magazin medyasının bize ezberlettikleri ile– tüketim odaklı, sığ bir sevgi kavramı oluşturuyoruz. Ancak beğeni veya hayranlık olarak nitelenmesi gerekenleri, sevgi olarak isimlendirip duygusal kazalara neden olabilecek biçimde yanılıyoruz.
Zafiyetli unsurlar bir araya gelerek sağlıklı bir bütün oluşturmaz.
Bir toplum içinde yaşayan bireyin, içinde yaşadığı koşulları aşarak kendini önce fark edip sonra değiştirerek sosyal değerlerin üstünde konumlaması hiç kolay değil. Eğer kadın–erkek ilişkilerinin doğru düzenlenmediği, sevgi kavramının doğru şekillenmediği bir toplumda yaşıyorsanız, karşımızdaki sorun birkaç kat daha zor demektir. Ama unutulmamalıdır ki; toplumun bireye etiketlediği olumsuz özellikleri aşıp doğru sevgi kavramına ulaşmak, öncelikle yine bireyin kendisinin başarması gereken bir konudur. Sevmek isteyen ve sevilmeyi bekleyen kişi, önce kendisi duygusal bütünlüğe ve olgunluğa erişmek zorundadır. Zafiyetli unsurlar bir araya gelerek sağlıklı bir bütün oluşturmaz. Eksik ve zayıf duygusal ilişkilerin neredeyse tamamında bireylerin başlangıçta, daha kendi başlarına iken sevgi ve ilişki sorunları olduğunu bilirsiniz.
Yaşama şikâyet ederek bakarsanız, o da sizden şikâyet eder; böylece birlikte mutsuzluk sinerjisi yaratırsınız.
Doğru bir ilişki, duygu ve karakter olarak iki bütün insanın ilişkisidir. İki ‘
yarım’ insan, bir araya gelerek bir bütün oluşturamazlar. Sorunları olan iki insanın ilişkisi, sorunların öncesine oranla iki kat arttığı bir ilişki anlamına gelir. Bir sevgi ilişkisini özlüyor ve hayal ediyorsak, öncelikle böyle bir ilişki ne denli donanımlı ve hazır olduğumuzu kendimize sormamız gerekir. Bazı insanlar vardır; bir ilişki yakalayıp –ona ‘
sahip’ olup– sonsuza kadar mutlu olmak isterler. Bazıları için ise sevmek, sonsuz sahiplikten daha çok bir duygusal ilişkinin tadını yaşamak anlamında değerlidir. Türdeş özlemlerin bir araya geldiği bir ilişkinin, muhtemel sorunlara rağmen ‘
acısız’ olacağını söyleyebilirim. Ama sonsuz mutluluk beklentisi ile o anı yaşayıp paylaşmak isteyen özlemlerin birlikteliğinde acıdan fazlasını beklemek hayal olur. Yaşamın tonlarını ve renklerini görebilmek bizim elimizde… Yaşamın en zor anlarında bile yaşamanın tadına varabilmek, bizim kendi gücümüzle gerçekleştirebileceğimiz bir olgu… Kendimize sormalıyız. Yaşama karşı niyetimiz nedir? Sıklıkla söylediğim gibi; yaşam, gerçek anlamda bir aynadır. Ona şikâyet ederek bakarsanız, o da sizden şikâyet eder. Böylece birlikte mutsuzluk sinerjisi yaratırsınız. Yaşama sevgi ile baktığınızda, tüm zorluk ve acılarına rağmen yaşam da size sevgi ile bakacaktır.
Bazen yaşamı oluşturan nesne ve öznelerin anlam ve önceliklerini karıştırıyoruz. Araç olan ile amaç, birbirinin yerini alıyor. Mutlu olmayı amaçlarken, araçlara sahip olma fikrine takılıp kalıyoruz. Dünyanın anlamı nedir? Mutlu olmak mı, sahip olmak mı? Mutluluk, her zaman sahip olmanın doğal sonucu olmuyor. Mutluluğu kabul edilebilir ölçüde coşkuyla, ama acıyı mutlaka akılla karşılamak gerekir. Yaşamın devam ettiğini ve her acının bir ders olduğunu iyi kavramalı insan. Sevilen bir kişinin kaybedildiği durumda, onu sevenlerin tepkilerini dikkatle izlerim. Ölümü bile saygı ve ağırbaşlılıkla karşılayan insanlara her zaman gıpta etmişimdir. Onların, ölümün sadece bir anın bitişi ve bir başkasının başlangıcı olduğunu iyi bildiklerini ve yaşama buna göre hazırlandıklarını düşünürüm. En sevdiklerimden birisi, Anka kuşunun ölümle yaşam arasındaki öyküsüdür. Küllerin arasından geleceğe doğru kanat çırpışı fikri, bana her zaman heyecan vermiştir. Geleceğin daha iyi ve güzel olacağının heyecanı… Yaşamın kuralı, sadece bireysel mutluluğumuzdan ve mutlu kişisel geleceğimizden oluşmuyor; ama birey olarak mutlu olmayı yakalayamadığımızda dünyaya vereceğimiz değer ve anlam da yitip gidiyor.
duyguguncesi hakkında
Gürcan Banger, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ mezunu. Elektrik yüksek mühendisi (opsiyonu bilgisayarlı denetim). Business philosopher. Halen iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak çalışıyor. Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net'te proje koordinatörüdür. Düzenli olarak bloglarında ( http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net ) yazıyor. Köşe ve dosya yazdığı gazete, dergi ve bloglar var.